Bu hikâyenin kahramanı kimdir?
Bu hikâyenin kahramanı kimdir? Bugün sivil toplum kuruluşu YGA’nın youtube kanalından Murat Can Çiçek ve annesinin başarı hikâyesinin anlatıldığı bir video izledim. Hikâye ve hikâyenin kahramanları beni öyle çok duygulandırdı ki, bu yazıyı yazmama vesile oldu.
Murat Can Çiçek ve annesine ait ilham veren başarı hikâyesinde, Murat Can Çiçek annesi ile ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle ifade etmektedir: “Ben önüme çıkan tüm engellere rağmen hep hedeflerimin peşinden koştum. Ama bu hikâyenin asıl kahramanı ben değilim; annem. Artık biliyorum ki her başarı hikâyesi, bir birlikte başarma hikâyesidir. Ne mutlu bize, birlikte başardık, ne mutlu bize, birlikte bir ilke imza attık…”
İşte o video:
Bu hikâyenin kahramanı kimdir?
Herkesin hayatında anlatacağı bir hikâyesi ve kahramanı vardır. Bu hikâyenin kahramanı, bizleri 9 ay 10 gün karnında taşıyan ve her türlü fedakarlığı gösteren annelerimizdir. İnsanlar ve hayvanlar aleminde “Annelik İçgüdüsü” kavramı vardır. Bu kavram tüm canlılar için o kadar kutsaldır ki, tüm anneler yavrularını besler, korur, sevgi gösterir ve tüm zorluklara ve sıkıntılara karşı mücadele etmesini sağlar.
Anne demek; karşılıksız sevgi, şefkat, fedakarlık, sabır, merhamet, güven, paylaşmak ve yavrularının mutluluğu için tüm zorluklara ve sıkıntılara karşı mücadele etmek demektir. Annelerimiz; yemezler yedirirler, içmezler içirirler ve giymezler giydirirler. Bir annenin fedakarlığını anlatmaya bazen kelimeler ve duygular yetmez, annelik sözün bittiği yerdir… Bundan dolayı annelerimizin haklarını ödememiz mümkün değildir…
Herkesin annesine karşı sevgisi, saygısı ve hürmeti kendine özeldir, ama benim annemin yeri ben de çok farklıdır… Ben annemin mutluluğu ve huzuru için elimden gelen her şeyi yaptım ve yapmaya devam edeceğim…
Herkesin bir hikâyesi vardır, kahramanı kendisi olan…
Anneme ve tüm annelere selam olsun…
Sözlerimi edebiyat dünyasının ünlü Rus yazarı Dostoyevski’ye ait “Ölüler Evinden Anılar” romanından alıntı yazısı ile bitiriyorum:
“Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; horatlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar. Bir zalimde hem insanlık, hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur; yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmesi imkansızdır artık. İşin asıl kötü yanı, böyle bir başına buyrukluk kolayca topluluğa sirayet edebilir; kudret, son derece ayartıcı bir şeydir. Toplum da böyle bir etkiye kayıtsız kalırsa, bu alışkanlığın toplulukta kökleşmesi işten bile değildir. Kısacası, bir insana kendi benzerine fiziksel ceza verme hakkının tanınması topluluğun yaralarından biridir; bu yara bir yandan o topluluktaki özü ve vatandaşlık duygusunu kemirirken, öte yandan önüne geçilmez bir düzensizliğe yol açar.”
Ömer KÖSE