Sazımız, Sözümüz, Türkülerimiz…
Bu yazı, bir dost için yazılmıştır. Bazı sesler vardır, insanın ruhuna işler; bazı sözler vardır, yüreğin en kuytu köşesinde yankılanır. İşte bizim sazımız, sözümüz, türkülerimiz de böyledir. Bir telin titremesiyle başlar hikâye, ama o titreşim, bir milletin tarihine, acılarına, sevdalarına, hayallerine dokunur.
Sazımız, Sözümüz, Türkülerimiz…
Bir tını yükselir, eski zamanlardan beri yankılanan… Sazın tellerine dokunan parmaklar, sadece bir melodiyi değil, bir milletin hikâyesini de anlatır. Biz türkülerle ağladık, türkülerle güldük. Acımızı, sevdamızı, hasretimizi hep onlara emanet ettik. Çünkü türkü, yüreğin sesidir; çünkü saz, dile gelen bir kalptir.
Bir köy evinde, soba başında yanan odunun çıtırtıları arasında ya da bir yayla şenliğinde, rüzgârın serin nefesiyle harmanlanmış olarak yankılanır türkülerimiz. İçinde gurbet vardır, hasret vardır, kavuşma umudu vardır. Karacaoğlan’ın sevdasını, Dadaloğlu’nun isyanını, Aşık Veysel’in içli sitemini hep bu türkülerde bulduk. Sazın tellerine vurulan her mızrap, aslında bir kalbin ritmidir.
Türkü dediğin, yalnızca ezgilerden ibaret değildir. O, bir çobanın dağ başında içlendiği hüzündür, bir ananın gurbete yolladığı evladına yaktığı ağıttır, bir sevdanın imkansızlığına dökülen gözyaşıdır. Bazen de bir düğünde eller havaya kalkarken, söylenen neşeli bir türküdür.
Ne zaman sazın teline dokunsak, bir ustanın nefesiyle meşk edilse, işte o an anıları da peşimizden sürükleriz. Aşık Veysel’in “Kara Toprak” deyişi gelir kulaklarımıza, Neşet Ertaş’ın “Gönül Dağı” içimizi titreten sesiyle dağılır dört bir yana. Sazın sesi, yürekten çıkan bir feryat olur kimi zaman, kimi zaman da hasretin, özlemin, vuslatın dili.
Günümüzde her şey hızla değişirken, türkülerimiz hâlâ bizi biz yapan en kıymetli hazinelerimizden biri olarak duruyor. Ne teknoloji, ne zaman, ne de modernleşme bu köklü mirası yok edebilir. Çünkü türküler, insanın ta kendisidir; anadır, babadır, sevgilidir, dosttur. Bir dizede, bir melodide binlerce yıllık kültür saklıdır.
Kimi zaman bir bağlamanın tellerine yükleriz derdimizi, kimi zaman da sözlere… Ama ne olursa olsun, türkülerimiz hep bizimle kalır. Çünkü onlar, sadece kulaklarımıza değil, kalplerimize de dokunan en güzel hikâyelerdir.
Sazın telleri bir sırdaş gibidir. Söylenemeyen ne varsa, dile getirir. Elinde sazıyla bir ozan, koca bir toplumun ortak duygularına tercüman olur. İşte bu yüzden türkülerimiz bize bu kadar yakındır; çünkü her biri bizim içimizden kopup gelmiştir.
Bugün, bir türkünün peşine düşelim mesela. Gözlerimizi kapatıp o ezginin bizi alıp götürdüğü yerlere bırakalım kendimizi. Belki bir dağ başına, belki bir yayla çiçeğinin kokusuna, belki de bir sevdanın en saf haline… Çünkü türküler, sadece kulağımıza değil, ruhumuza da dokunur.
Gelin, neşemiz de hüznümüz de eksik olmasın, sazımızın telleri titremeye, sözümüz dilden dile aktarılmaya devam etsin. Sazın sesi hiç susmasın, türkülerimiz dilden dile, gönülden gönüle akmaya devam etsin…
Ömer Köse